اَلْخَوْتُ [el-havt] (فَوْتٌ [fevt] vezninde) ve اَلْخَوَتَانُ [el-havetân] (دَوَرَانٌ [deverân] vezninde) Şikârî kuş havâdan şikâr üzere süzülüp inmek ma’nâsınadır; yukâlu: خَاتَ الْبَازِي يَخُوتُ خَوْتًا وَخَوَتَانًا إِذَا انْقَضَّ عَلَى الصَّيْدِ Ve bir şey’e noksân eriştirmek ma’nâsınadır; yukâlu: خَاتَ الرَّجُلُ مَالَهُ إِذَا تَنَقَّصَهُ Ve 'ahd ve peymânı bozmak ma’nâsınadır; yukâlu: خَاتَ الرَّجُلُ الرَّجُلَ إِذَا نَقَضَ عَهْدَهُ Ve half-i va’d eylemek ma’nâsınadır; yukâlu: خَاتَ الرَّجُلُ إِذَا أَخْلَفَ وَعْدَهُ Ve zahîreyi noksân tutmak ma’nâsınadır; yukâlu: خَاتَ فُلاَنٌ إِذَا نَقَصَ مِيرَتَهُ Ve kocayıp pîr olmak ma’nâsınadır; yukâlu: خَاتَ الرَّجُلُ إِذَا أَسَنَّ Ve tard eylemek ma’nâsınadır; yukâlu: خَاتَهُ إِذَا طَرَدَهُ Ve kapmak ma’nâsınadır; yukâlu: خَاتَتْهُ الْعُقَابُ إِذَا اخْتَطَفَتْهُ

اَلْحَوْطُ [el-havt] (hâ’nın fethi ve vâv’ın sükûnuyla) ve اَلْحِيطَةُ [el-hîtat] ve اَلْحِيَاطَةُ [el-hiyâtat] (hâ’ların kesriyle) Bir nesneyi görüp gözetip sakınmak ma’nâsınadır; yukâlu: حَاطَهُ يَحُوطُهُ حَوْطًا وَحِيطَةً وَحِيَاطَةً إِذَا حَفِظَهُ وَصَانَهُ وَتَعَهَّدَهُ Ve merkeb ve sâ’ir hayvân sarkmış âletini içeri çekmek ma’nâsına müsta’meldir; yukâlu: حَاطَ الْحِمَارُ عَانَتَهُ إِذَا جَمَعَهَا Ve حَوْطٌ [havt] Şol kaytana ve rişteye denir ki siyâh ve kırmızıdan örülüp 'avretler ona boncuk dizip ve ortasına gümüşten çenber ve şemse edip isâbet-i 'ayn def’i için bellerine bağlanırlar. Ve حَوْطٌ [havt] hims kazâsında yâhûd Cebele kazâsında bir karye adıdır. Ve Secâh nâm mütenebbi’enin mü’ezzini olan Cenbe b. târik nâm kimsenin ceddi ismidir. Ve havt el-'Abdî tabî’indendir. Ve havt b. Yezîd ve havt b. Murre ve havt b. 'Abdul’uzzâ sahâbelerdir. Ve kirvâş b. havt b. kirvâş şu’arâdandır ve pederini ba’zılar ashâbdan 'add eylediler. Ve havtu’l-hazâ’ir, Nemir b. kâsit evlâdından bir kimsedir ki hadîste rivâyeti vardır. Ve tekûlu’l-‘Arab: “حَاطُونَا الْقَصَا” أَيْ تَبَاعَدُوا عَنَّا وَهُمْ حَوْلَنَا وَمَا كُنَّا بِالْبُعْدِ مِنْهُمْ لَوْ أَرَادُونَا Bu zikr olunan حَوْطٌ [havt] ve حِيَاطَةٌ [hiyâtat]tandır, ya’nî “Bizim etrâfımızda iken bizden ırak dolaşıp kenâr çizdiler. Ma’a-hâzâ murâd etmiş olsalar biz kendilerinden ba’îd değil idik.” Bir kimseye bir hâdise isâbet edip dost ittihâz eyledikleri kimselerden mu’âvenet ümîd ederken aslâ mühimm eylemeyip yanımıza gelmediler ve i’ânetimizde bulunmadılar diyecek yerde îrâd olunur. Ve o kimseye istihzâ’ vechiyle حَاطُوكَ الْقَصَا derler. قَصَا [kasâ], ba’îd ma’nâsınadır.

s. A string and bead worn round the waist as a talisman.

vn. 1. A surrounding. 2. A comprehending. 3. A protecting; protection. 4. A guarding with an amulet or talisman.

اَلْحَوْتُ [el-havt] (hâ’nın fethi ve vâv’ın sükûnuyla) Bir nesnenin etrâfın kuş uçarken dolaşmak; yukâlu: حَاتَ الطَّائِرُ عَلَى الشَّيْءِ يَحُوتُ Ya’nî kaçan kuş bir nesnenin etrâfın dolaşsa.

اَلْحَوْطُ [el-havt] (hâ’nın fethi ve vâv’ın sükûnuyla) Kezâlik bi-ma’nâhâ; yukâlu: حَاطَهُ يَحُوطُهُ حَوْطًا وَحِيطَةً وَحِيَاطَةً إِذَا كَلَأَهُ وَرَعَاهُ Ve كَلَأٌ âhirinde hemze ile hıfz ve hirâset ma’nâsına gelir. Ve حِيطَةٌ [hitât] Meyl ve merhamet ma’nâsına da gelir; tekûlu: مَعَ فُلَانٍ حِيطَةٌ لَكَ وَلَا تَقُلْ عَلَيْكَ Ve حَوْطٌ [havt] Har zekerin içeri çekmeğe dahi derler; tekûlu: اَلْحِمَارُ يَحُوطُ عَانَتَهُ أَيْ يَجْمَعُهَا

اَلْخَوْتُ [el-havt] ve اَلْخَوَتَانُ [el-havetân] Doğan sayd üzerine düşmek saydı tutmak için. Ve va’deye muhâlefet etmeğe dahi derler; yukâlu: خَاتَ الرَّجُلُ إِذَا أَخْلَفَ وَعْدَهُ Ve yaşlı olmağa dahi derler; yukâlu: خَاتَ الرَّجُلُ إِذَا أَسَنَّ