1. İnce perde veya örtü. 2. Tavla ve başka oyunlarda kullanılan küp biçimli ve altı yüzünde, birden altıya kadar benekler bulunan oyun aracı.

i. Tavla vesâire oyunlarda kullanılan kemik vesâireden müka‘abü’ş-şekl küçük şey ki altı vechinin her birine birden altıya kadar noktalar yazılıp atıldıkta üste gelen noktaların adetine göre oynanılır ve ekseriya çift kullanılır, kâbeteyn: tavla zarı.

i. Tavla vesâire oyunlarda kullanılan kemik vesâireden müka‘abü’ş-şekl küçük şey ki altı vechinin her birine birden altıya kadar noktalar yazılıp atıldıkta üste gelen noktaların adetine göre oynanılır ve ekseriya çift kullanılır, kâbeteyn: tavla zarı.

i. Tavla vesâire oyunlarda kullanılan kemik vesâireden müka‘abü’ş-şekl küçük şey ki altı vechinin her birine birden altıya kadar noktalar yazılıp atıldıkta üste gelen noktaların adetine göre oynanılır ve ekseriya çift kullanılır, kâbeteyn: tavla zarı.

i. Tavla vesâire oyunlarda kullanılan kemik vesâireden müka‘abü’ş-şekl küçük şey ki altı vechinin her birine birden altıya kadar noktalar yazılıp atıldıkta üste gelen noktaların adetine göre oynanılır ve ekseriya çift kullanılır, kâbeteyn: tavla zarı.

Keyif.
Zarım kaçtı: Keyfim kaçtı, demektir.

(f. s.) : isimlere eklenerek yer adı bildirir. Çemen-zâr : çimenlik. Gül-zâr : güllük. Lâle-zâr : lâle bahçesi. gibi.

(f. s.) : 1) [sesle] ağlıyan, inliyen Âfik-ı zâr : inliyen âşık. Bülbül-i zâr : inliyen bülbül. Dil-i zar : inliyen gönül. 2) zayıf, dermansız. Cism-i zâr : zayıf vücut.

i. Tavla vesâire oyunlarda kullanılan kemik vesâireden müka‘abü’ş-şekl küçük şey ki altı vechinin her birine birden altıya kadar noktalar yazılıp atıldıkta üste gelen noktaların adetine göre oynanılır ve ekseriya çift kullanılır, kâbeteyn: tavla zarı.

(in compounds only) s. A place abouudiof in (so and so).

s. 1. A membrane; a film, a pellicie. 2. A thin lining. 3. A die used in playing.

a. 1. Miserable, forlorn, sorrowing. 2. Piteous, plaintive. 3. Thin, meager, wan.

(vulg. for A. ظاهر), adv. or interj. Evidently! clearly!.

(a. i. c. : zuru’) : 1) meme. 2) süt veren hayvan memesi. Zer’ü zâr : tahıl ve süt ürünü.

الظَّرْءُ [ez-zar’] (zâ’nın fethi ve râ’nın sükûnuyla) Donmuş suya denir, mâ-i mütecemmid ma’nâsına ki buz olacaktır. Ve şiddet-i berdden kupkuru olmuş toprağa denir.

اَلظَّأْرُ [ez-za’r] (zâ’nın fethi ve hemzenin sükûnuyla) ve اَلظِّئَارُ [ez-zi’âr] (كِتَابٌ [kitâb] vezninde) Bir hatunu yâhûd bir hayvânı emzirmek için gayrın veledine yakmak ma’nâsınadır. Ve bu ma’nâda lâzım olur; yukâlu: ظَأَرَ الْمَرْأَةَ وَالنَّاقَةَ عَلَى وَلَدِ غَيْرِهَا ظَأْرًا وَظِئَارًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ فَظَأَرَتْ هِيَ أَيْ عَطَفَهَا عَلَيْهِ فَعَطَفَتْ ve fi’l-meseli: “اَلطَّعْنُ ظِئَارُ قَوْمٍh أَيْ يَعْطِفُهُمْ عَلَى الصُّلْحِ فَأَخِفْهُمْ حَتَى يُحِبُّوكَ Ya’nî “Düşmana mızrak sançmak, selm ve salâha onları yakıp mum eder. Hemân sen mızrağı silkip ihâfe kıl ki tarafına meyl ve inkıyâda muztar olurlar.” Cevherî’nin mesel-i mezkûru “اَلطَّعْنُ يَظْأَرُهُ” 'ibâretiyle îrâdı sehvdir, savâb olan يَظْأَرُ 'unvânında olmaktır ki zamîr-i mef’ûlden 'ârî olmaktır, يَعْطِفُ عَلَى الصُّلْحِ demek olur. Mü’ellif ibtidâ mesel ظِئَار 'unvânında vârid olup müstakbel 'unvânında îrâd olundukta zamîrden mücerred olarak sahîh olup ma’a’z-zamîr sıhhat-i ma’nâ olmadığını iş’âr eder. Ve mesel-i mezbûr bahîlden ihâfe ile istihsâl-i mâl olunacağını îmâ zımnında îrâd olunur. Ve ظِئَارٌ [zi’âr] Nâkayı âherin veledine yakmak için burnuna غِمَامَةٌ [gimâmet] ile 'ilâc eylemeğe denir, niteki “د،ر،ج” mâddesinde tafsîl olundu; yukâlu: ظَأَرَ النَّاقَةَ بِالظِّئَارِ وَهُوَ أَنْ تُعَالَجَ النَّاقَةُ بِالْغِمَامَةِ فِي أَنْفِهَا كَيْ تَظْأَرَ

اَلذَّعْرُ [ez-za’r] (zâl’ın fethi ve 'ayn’ın sükûnuyla) Korkutmak; yukâlu: ذَعَرْتُهُ أَذْعَرُهُ ذَعْرًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ إِذَا أَفْزَعْتَهُ

اَلظَّأْرُ [ez-za’r] (zâ’nın fethi ve hemzenin sükûnuyla) Nâkayı kendi veledinden gayrı velede yakmak; yukâlu: ظَأَرْتُ النَّاقَةَ ظَأْرًا إِذَا عَطَفْتَهَا عَلَى وَلَدِ غَيْرِهَا Ve fi’l-meseli: “اَلطَّعْنُ يَظْأَرُهُ” أَيْ يَعْطِفُهُ عَلَى الصُّلْحِ Ya’nî gönderle dürtmek sulha muztarr kılar; ve yukâlu: ظَأَرْتُ النَّاقَةَ أَيْضًا إِذَا عَطَفْتَ عَلَى الْبَوِّ يَتَعَدَّى وَلَا يَتَعَدَّى Ve بَوٌّ [bevv] vâv’ın teşdîdiyle şol deriye derler ki için doldurup deve yavrusu şeklinde ederler tâ ki nâka onu veledi sanıp sütü kesmeye.

vn. 1. A frightening. 2. A being frightened; fear, terror.

s. (pl. ضروع) An udder; also, a teat of milch cattle.