s. The bubbling sound of boiling water.

اَلْفَقْرُ [el-fakr] (fâ’nın fethi ve kâf’ın sükûnuyla) Mâla mâlik olmamak. Ve fâ’nın zammıyla dahi lügattır,ضَعْفٌ [da’f]la ضَعُفٌ [da’uf] gibi. Ve arka kemiğin sımak; yukâlu: فَقَرَتْهُ الْفَاقِرَةُ إِذَا كَسَرَتْ فَقَارَ ظَهْرِهِ Ve فَقْرٌ [fakr] Devenin burnun yaralayıp ve ona bir kiriş takıp ve yularını o kirişe bağlayıp yedmektir, tâ ki serkeşlikten ferâgat edip râm ola; tekûlu: فَقَرْتُ أَنْفَ الْبَعِيرِ إِذَا حَزَزْتَهُ بِحَدِيدَةٍ ثُمَّ جَعَلْتَ عَلَى مَوْضِعِ الْحَزِّ الْجَرِيرَ وَعَلَيْهِ وَتَرٌ مَلْوِيٌّ لِتُذَلِّلَهُ Ve جَرِيرٌ [cerîr] cîm’le deve yedecek ipe derler; ve minhu kavluhum: قَدْ عَمِلَ بِهِ الْفَاقِرَةَ

اَلْفَقْرُ [el-fakr] (fâ’nın fethi ve kâf’ın sükûnuyla) Çukur kazmak ma’nâsınadır; yukâlu: فَقَرَ الرَّجُلُ فَقْرًا مِنَ الْبَابِ اْلأَوَّلِ وَالثَّانِي إِذَا حَفَرَ Ve iplik geçirmek için boncuk delmek ma’nâsınadır; yukâlu: فَقَرَ الْخَرَزَ إِذَا ثَقَبَهُ لِلنَّظْمِ Ve serkeş deve râm olmak için burnunu kemiğe kadar yırtıp kiriş geçirmek ma’nâsınadır ki yuları o kirişe bend edip onunla istediği gibi kullanırlar; yukâlu: فَقَرَ أَنْفَ الْبَعِيرِ إِذَا حَزَّهُ بِحَدِيدَةٍ حَتَّى يَخْلُصَ إِلَى الْعَظْمِ ثُمَّ جَعَلَ عَلَى مَوْضِعِ الْحَزِّ وَتَرًا فَلَوَى عَلَيْهِ جَرِيرًا لِتَذْلِيلِهِ Ve فَقْرٌ [fakr] Tasaya ıtlâk olunur. Cem’i فُقُورٌ [fukûr] gelir.

s. pl. of فقرە, q. v.

اَلْفَقِيرُ [el-fekîr] Fakr u fâka sâhibi kişiye denir; cem’i فُقَرَاءُ [fukarâ’] gelir. Mü’ennesi فَقِيرَةٌ [fekîret]tir; cem’i فَقَائِرُ [fekâ’ir]dir.

اَلْفَقْرُ [el-fakr] (fâ’nın fethi ve kâf’ın sükûnuyla, fâ’nın zammıyla da lügattir) Yoksulluk ma’nâsınadır; غِنَاءٌ [ginâ’] mukâbilidir.

iz. ar. Yoksulluk, fakirlik, fukaralık, ihtiyaç, mal ve servet fikdânı: fakr, mûcib-i şeyn ve hacâlet değildir, elverir ki nâmus ve terbiye ile müterâfık olsun.

(a. i.) : fakirlik, yoksulluk, muhtaçlık, züğürtlük.

mh. 1. Galeyânda bulunan bir mâyiʻin kaynamasını tasvîr ve taklit ederek mükerrer kullanılır: su fıkır fıkır kaynıyordu. 2. Göz alacak sûrette parıl parıl parlayan ve teşa’şu eden bir şeyi tasvir eder: birtakım cam parçaları kumun içinde, güneşten fıkır fıkır parlıyordu. 3. Her biri bir taraftan oynayıp kımıldayan kalabalıklı bir şeyi tasvir eder: şekerin içinde karıncalar fıkır fıkır oynuyordu.

s. 1. Powerty, need, want. 2. (pl. فقور) A want; an anxiety.