vn. & s. A being perplexed; bewilderment.

a. (fem. عمهە) Perplexed, bewildered; confused.

is. ar. Pederin hemşîresi ki, lisânımızda bunun yerine sehven «hala» lûgatını kullanıyoruz. Halbûki “hala” teyze demektir. Asıl türkçesi (çiçe)dir. Bu lûgat-ı metrûkenin (terkedilmiş kelimenin) ihyâsı, böyle yanlış bir lûgat-ı arabiyyenin isti‘mâlinden elbette hayırlıdır.

اَلْعَمِهُ [el-'amih] (كَتِفٌ [ketif] vezninde) ve اَلْعَامِهُ [el-'âmih] (صَاحِبٌ [sâhib] vezninde) Mütehayyir ve mütereddid olan adama denir; cem’i عَمِهُونَ ['amihûn] gelir ve عَامِهٌ ['âmih]in cem’i عُمَّهٌ [‘ummeh] gelir, رُكَّعٌ [rukka’] vezninde.

اَلْعَمَهُ [el-'ameh] (fethateynle) ve اَلْعُمُوهُ [el-'umûh] ve اَلْعُمُوهَةُ [el-'umûhet] ('ayn’ların zammıyla) ve اَلْعَمَهَانُ [el-'amehân] (fetehâtla) Dalâl ve tugyân ve güm-râhîde mütereddid ve sergeşte olmak ma’nâsınadır; yukâlu: عَمَهَ الرَّجُلُ وَعَمِهَ عَمَهًا وَعُمُوهًا وَعُمُوهَةً وَعَمَهَانًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ وَالرَّابِعِ إِذَا كَانَ مُتَرَدِّدًا فِي الضَّلَالِ Ve münâza’a ve mücâdelede yâhûd sülûk edeceği tarîk ve meslek husûsunda hayrân ve sergerdân olmak ma’nâsınadır; 'alâ-kavlin delîl ve huccet bilmemek ma’nâsınadır ki da’vâsına ityân-ı delîl ü huccete muktedir olmayıp 'âciz ve füru-mânde olmaktan 'ibârettir; yukâlu: عَمَهَ الرَّجُلُ وَعَمِهَ إِذَا تَحَيَّرَ فِي مُنَازَعَةٍ أَوْ طَرِيقٍ أَوْ أَنْ لَا يَعْرِفَ الْحُجَّةَ Mütercim der ki Zemahşerî dedi ki عَمَهٌ ['ameh] عَمَى ['amâ] gibidir, lâkin عَمَى ['amâ] basar ve basîrete 'âmm ve عَمَهٌ ['ameh] basîrete mahsûstur. Ve عَمَهٌ ['ameh] (fethateynle) Sahrâ ve beyâbân nişânesiz ve 'alâmetsiz olmak ma’nâsınadır ki ondan semt ve kenâr bulmak müşkil olur; yukâlu: عَمِهَتِ الْأَرْضُ عَمَهًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا صَارَتْ لَا أَعْلَامَ بِهَا

Doğruyu bilmeyen, şaşkın.

Başı boş gezinmek, (….den) عن sapmak.

(a. i.) : hala.

Basiretsizlik, duyu kaybı, dirayetsizlik.

اَلْعَمَهُ [el-'ameh] (fethateynle) ve اَلْعُمُوهُ [el-'umûh] ve اَلْعُمُوهَةُ [el-'umûhet] ('ayn’ların zammıyla) ve اَلْعَمَهَانُ [el-'amehân] (fetehâtla) Dalâl ve tugyân ve güm-râhîde mütereddid ve sergeşte olmak ma’nâsınadır; yukâlu: عَمَهَ الرَّجُلُ وَعَمِهَ عَمَهًا وَعُمُوهًا وَعُمُوهَةً وَعَمَهَانًا مِنَ الْبَابِ الثَّالِثِ وَالرَّابِعِ إِذَا كَانَ مُتَرَدِّدًا فِي الضَّلَالِ Ve münâza’a ve mücâdelede yâhûd sülûk edeceği tarîk ve meslek husûsunda hayrân ve sergerdân olmak ma’nâsınadır; 'alâ-kavlin delîl ve huccet bilmemek ma’nâsınadır ki da’vâsına ityân-ı delîl ü huccete muktedir olmayıp 'âciz ve füru-mânde olmaktan 'ibârettir; yukâlu: عَمَهَ الرَّجُلُ وَعَمِهَ إِذَا تَحَيَّرَ فِي مُنَازَعَةٍ أَوْ طَرِيقٍ أَوْ أَنْ لَا يَعْرِفَ الْحُجَّةَ Mütercim der ki Zemahşerî dedi ki عَمَهٌ ['ameh] عَمَى ['amâ] gibidir, lâkin عَمَى ['amâ] basar ve basîrete 'âmm ve عَمَهٌ ['ameh] basîrete mahsûstur. Ve عَمَهٌ ['ameh] (fethateynle) Sahrâ ve beyâbân nişânesiz ve 'alâmetsiz olmak ma’nâsınadır ki ondan semt ve kenâr bulmak müşkil olur; yukâlu: عَمِهَتِ الْأَرْضُ عَمَهًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا صَارَتْ لَا أَعْلَامَ بِهَا