s. pl. of عزمیت, q. v.

اَلْعَزِيمُ [el-'azîm] ('ayn’ın fethi ve zâ’nın kesri ve meddiyle) Bi-ma’nâhu kezâlik; tekûlu: عَزَمْتُ عَلَى كَذَا عَزْمًا وَعُزْمًا وَعَزِيمَةً وَعَزِيمًا إِذَا أَرَدْتَ فِعْلَهُ وَقَطَعْتَ عَلَيْهِ Kâlallâhu ta’âlâ: ﴿وَلَمْ تَجِدْ لَهُ عَزْمًا﴾ (طه، 115) أَيْ عَزِيمَةَ أَمْرٍ Ve عَزْمٌ ['azm] And içmeğe dahi derler; yukâlu: عَزَمْتُ عَلَيْكَ بِمَعْنَى أَقْسَمْتُ عَلَيْكَ

اَلْعَزَمُ [el-'azem] (fethateynle) Şol adamlara denir ki dostlukları münâfıkâne ve hercâyî olmayıp sahîh ve samîm ve sâfî ola; müfredi عَازِمٌ ['âzim]dir; yukâlu: هُمْ عَزَمٌ وَهُوَ عَازِمٌ أَيِ الْمُصَحِّحُونَ لِلْمَوَدَّةِ

vn. & s. 1. A proceeding with determination and fixed purpose; determination, resoIution. 2. A beginning, undertaking, a setting out.

اَلْعَظْمُ [el-'azm] ('ayn’ın fethiyle) Kemiğe denir, Fârisîde ustuhân derler; cem’i أَعْظُمٌ [a’zum]dur, أَفْلُسٌ [eflus] gibi ve عِظَامٌ ['izâm]dır 'ayn’ın kesriyle ve عِظَامَةٌ [‘izâmet]tir, âhirindeki hâ-i te’nîs cem’ içindir. Ve عَظْمٌ [‘Azm] Bir mevzi’ adıdır. Ve عَظْمُ الرَّحْلِ ['azmu’r-rahl] Semerin edevât ve esbâbsız ahşâbından 'ibârettir. Ve عَظْمُ الْفَدَّانِ [azmu’l-feddân] Ucuna saban demiri geçirdikleri tahtadır ki saban eneği ta’bîr olunur.

iz. ar. 1. Niyyet-i katiyye, katiyyen kasd, tasmîm: bu sene îfâ-yı hacc etmeye azmettim. 2. Kasd-ı kat‘î ile yola girme, hareket etme, müteveccih olma: azm-i sefer etti; Şam’a azm eyledi.

Kesin karar, azim, kararlılık, istek. Az kullanılan anlamları ise şunlardır; katılık, karar, azimlilik, niyet, maksat, kasıt, tasarı, irade, kafasına koyma, sağlam niyet, azmetme, enerji, çaba.

(a. i.) : kasıt, niyet, karar, (bkz. : cezm).

Büyülemek. Az kullanılan anlamları ise şunlardır; muska kullanmak, gözünü bağlamak, şeytanı kovmak için sihirli sözler okumak.

اَلْعُظْمُ [el-'uzm] ('ayn’ın zammıyla) İsmdir, kibr ve nahvet ma’nâsınadır. Ve bir nesnenin gömüne denir; 'ayn’ın fethiyle de lügattir; yukâlu: أَخَذَ عُظْمَهُ أَيْ مُعْظَمَهُ أَيْ أَكْثَرَهُ