s. 1. Intense whiteness of eyeball, with intense blackness of the iris, and fairness of complexion. 2. The fir, larch, or pine tree; or, the poplar. 3. The star ε Urse Majoris.

s. 1. Loss; wane; deficiency. 2. A vain thing. 3. A bad plight. 4. Error. 5. Death, destruction.

اَلْخَوَرُ [el-haver] (fethateynle) Za’îf ve zebûn ve bî-tâb olmak ma’nâsınadır; yukâlu: خَوِرَ الرَّجُلُ خَوَرًا مِنَ الْبَابِ الرَّابِعِ إِذَا ضَعُفَ

s. 1. The bottom of a well, etc. 2. The extent of one’s understanding.

اَلْخَوْرُ [el-havr] (hâ’nın fethiyle غَوْرٌ [gavr] vezninde) İki yüksek yerin aralığında olan alçak düzce yere ve deniz körfezine denir, خَلِيجُ الْبَحْرِ [halîcu’l-bahr] ma’nâsına. Ve cereyân eden suyun denize döküldüğü yere denir, مَصَبُّ الْمَاءِ [masabbu’l-mâ’] ma’nâsına. Ve خَوْرٌ [havr] Necd ülkesinde bir mevzi’ yâhûd bir cebel verâsında bir vâdî adıdır. Ve خَوْرٌ [havr] Masdar olur, dâbbenin خَوْرَانٌ [havrân]ına vurmak ma’nâsına, ke-mâ se-yuzkeru; yukâlu: طَعَنَهُ فَخَارَ يَخُورُ خَوْرًا إِذَا أَصَابَ خَوْرَانَهُ

is. ar. [asıl Arabîde “احور ahver” sıfât-ı müşebbehesinin müennesi olan حوراء havrâ‘’nın cem‘îsi olup, gözleri iri ve siyahı pek siyah beyazı pek beyaz kızlar demektir. lisânımızda müfred gibi ve ekseriya terfîde delâlet eden yâ-i nisbetle “حورى hûrî” kullanılır.] Ehl-i Cennet’e mev‘ûd olan hüsnâ kızların beheri, hûrî.

Huri, peri. Az kullanılan anlamları ise şunlardır; yarı ergin böcek, çekirge yavrusu, kavak ağacı.

(a. i. ahver ve havrâ’nın c.) : 1) âhû gözlüler, gözlerinin akı karasından çok olanlar. 2) (c. hûriyân) cennet kızları, huriler.

Kavak. Az kullanılan anlamları ise şunlardır; gözün siyah ve beyazındaki fark.

اَلْخُورُ [el-hûr] (نُورٌ [nûr] vezninde) Reyb ve töhmetleri çok olan nisvâna denir. Fî-zâtihâ ehl-i fesâd ve habâ’is olduklarına binâ’en doğru yürüseler de yine mazinne-i töhmet olalar. İşbu خُورٌ [hûr] kelimesi cem’dir, müfredi mesmû’ değildir. Ve خُورٌ [hûr] خَوَّارَةٌ [havvâret] lafzından cem’ olur ki sütü bol ve firâvân olan nâkaya denir; yukâlu: نَاقَةٌ خَوَّارَةٌ أَيِ الْغَزِيرَةُ اللَّبَنِ ve yukâlu: نُوقٌ خُورٌ